Kaldırım Süsü

Karanlık düşmüştü kaldırım taşlarına. Topuklarının çıkardığı sesler yankılanırken acele eder gibi bir hali vardı. Elinde siyah çantasıyla, hafifçe dağılmış makyajıyla ve topuzundan çıkıp alnına düşmüş bebek saçlarıyla geçti kadın. Siyah çantasında hiç doğmamış bebeğinin ultrason fotoğrafını taşırdı yıllardan beri. Yüzük parmağında şanssız bir evliliğin izi vardı, yüreğinde de sızısı. Elini cebine attı. Sigara paketini aradı ama bulamadı, bitirdiği aklına geldi. İlk gördüğü bakkala yönelirken kaldırım taşlarına düşen yağmur damlalarından olsa gerek hızlandırmıştı adımlarını. Topuk sesi artık daha sık duyuluyordu. Açtı aldığı paketi, ağzına yerleştirdi sigarasını. Yaktı ve çekti ilk nefesini. Ruhunun bütün yüklerinden kurtulmuşçasına rahat bir nefes verdi. Evi çok uzakta değildi, yürüyebilirdi. Adımları birbirini takip ederken gözü takıldı çocuk parkına. Henüz kararmıştı hava, hala oynayan birkaç çocuk vardı. Eğer bebeğini kaybetmeseydi o parkta oynayan çocuklar kadar büyümüş olacaktı. Sokaktan geçen kimse bilmiyordu bunu. O bile unutmak istiyordu bazı zamanlar. Cinsiyetini bile öğrenememişti. Yanağından akarken gözyaşı daha da hızlanmıştı adımları. Öyle dalgın öyle yorgundu ki görmedi karşısındaki genci. Omuzları çarpıştığında kendine ancak gelebildi. Alelacele özür dileyen bu kadının arkasından bakakaldı genç anlamayan bakışlarla.

Yirmili yaşlarının henüz başındaydı genç. Uzun boyu, atkuyruğu yapılmış sarı saçları vardı. Kemerli burnunu gizleyen gözlüğü deniz mavisi gözlerini de saklıyordu istemeden. Hafifçe yağan yağmur izini bırakırken gözlüğün camına, o önüne bakıp yürümeye devam etti. Yağan yağmur onu da düşündürüyordu herkes gibi. Hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmıştı babasını kaybedince. Hayatını çocuklarına adamış bir annesi, ailesine faydası olmayan bir ağabeyi ve rehabilitasyonda bir ablası vardı. Hayatın yükünü taşımaktan çökmüştü omuzları. Bakışları yaşlı bir adamın bakışlarıydı, görüntüsü ile alakası yoktu. Eve gitmek, bu hayatı kabullenmek istemiyor, ister istemez ayakları geri gidiyordu. Hayatındaki herkes ailesine maddi destekte bulunmasını istiyordu ondan, kendi olmasını değil. Gençliğini yaşamadan gömmesini istenmişti herkes. O sadece müzisyen olmak, notalarda kaybolmak isterken bir anda babasının dükkânını devralmış, bir aile babası ve yaşının belki de el vermeyeceği her şey olmuştu. Küçüklüğüne gitti aklı; hayallerinin hala saf, hala el değmemiş olduğu kendini belki de tanımlamayı, tanımayı başardığı zamanlara. Mutluluğun notalarda gizli olduğuna inandığı yaşlarına döndü. Artık inanmıyordu mutluluğa. Sadece çalışmak ve ezilmek vardı onun dünyasında. Susmak vardı ve bir daha hiç konuşmamak… Soğuk bir rüzgâr geçti saçlarını okşayarak. Hava artık yürüyebileceğinden daha soğuktu. Bakışlarını çevirdi caddeye. Geçen her taksiye bakıyor boş olmadığını görüyordu. Boş sanıp elini kaldırdığı taksilerin birinde o kadın vardı işte.

Takside kilometrelerce uzaktaki şehrini bırakıp geleli birkaç hafta olmuş o kadın vardı. Bambaşka bir şehrin sokaklarında neredeyse kendine bile yabancıydı. Taksinin arka koltuğunda oturmuş heyecanla akşam yemeğine gidiyordu. Bilmiyordu şu an buluşmaya gittiği sevgilisini hiç tanımadığını fark edeceğini. Hiç bilmediği bu şehirde tanıdığını sandığı tek kişi de onu yanıltacaktı. O da biliyordu her şeyin bu kadar kusursuz gitmesinin hayra alamet olmadığını. Bu kadar kısa sürede ona bu kadar güvenmesinin aptallık olduğunu da anlamalıydı ama âşıktı işte. Onunla olduğu, onu düşündüğü, adını duyduğu her an midesinde kelebekler uçuşuyor, heyecandan ayakları titriyordu. Şu anda da farklı değildi. İlk kez bu kadar güzel bir yere baş başa gideceklerdi nasıl olsa. Böyle hissetmesinden daha doğal ne vardı? O kadar düşüncelere dalmıştı ki etrafında olup bitenlerin farkında değildi. Yoldan geçenleri, mağazaları hatta dikiz aynasından göğüs dekoltesine bakmaya çalışan taksi şoförünü bile fark etmiyordu. Bulutların üzerinde gibi hissediyordu kendini. Bu şehir için fazla masum, fazla saf ve yanlış kişiye fazla âşıktı. Taksi camından izlediği yağmur damlaları o kadar büyülemişti ki onu, vardıklarını fark etmemişti. Adımını taksiden dışarı atarken etrafa bakındı. Karşı kaldırımda kavga eden çift takıldı gözlerine ve şükretti onlar gibi olmadığı için. Oysaki tam bir saat sonra sarhoş olmuş bir halde restoranın ortasında bağıra çağıra ağlayacaktı.

3 senelik evlilerdi karşı kaldırımdaki çift. Evlendikleri günden beri her gün çoğunlukla sokak ortasında kavga ederler, gün onlar için hep bağırıp çağırmayla sona ererdi. Kadın adamı severek evlenmemiş, biraz aile isteği biraz da maddi durum onu bu evliliğe zorlamıştı. Adamsa kadına küçüklüğünden beri saplantı derecesinde âşıktı. Zamanla kadın evlendiği adamı sevmeye başlarken adam için durum bambaşkaydı. Adam âşık olduğu kişinin kadın olmadığını anlamıştı. Adam aslında zihnindeki kadına âşıktı ve karısıyla geçen her gün onun için gerçek aşkına ihanet etmek demekti. Aynı anda birbirlerini sevememişlerdi ve belki de hiç sevemeyeceklerdi. Bundan yıllar sonra belki mutsuz bir yuvada çocukları olacak belki boşanacaklardı. Adam sevdiği, hayallerindeki kadına kavuşamayacak; kadın evliyken mutsuz olduğu kadar boşanınca da olacaktı. Hem sevdiği insandan olacak hem de toplumda boşanmış bir kadın olarak bir daha özgür olamayacaktı. Ailesi bile kabul etmeyecekti belki onun geri dönüşünü içten içe. Hiçbir şekilde ne onlar ne de aileleri mutlu olamacaklardı. En son itti kadını adam. Sendeleyen kadın dayanamadığını hissetti. Karşı kaldırımda mendil satan kadının yanına gitti, bir paket mendil aldı. Paketi açıp bir mendil çıkardı. Sildi gözyaşını ve koşmaya başladı nefesi tükenene kadar. Ne arkasında baktı ne de geri döndü.  O gün kayboldu kadın gözden. Bir daha kimse haber alamamıştı duyulana göre.

Mendil satan kadın günde kaç kişiyle karşılaşırdı kim bilir. O kadın gibi kaç gözyaşını silmişti. Her gün, yıllardır her gün aynı yere gelir, mendil satardı. Bazen ördüğü lifler, bazen el emeği göz nuru patikler bazen de tespihler eşlik ederdi mendillerine. Kimsesizdi kadın. Yıllar yıllar önce kaçarak evlenmişti sevdiğiyle. Beş kuruşsuz, bir gelinliği bile olmadan başlayan bu hayatı sonrasında da hiç düzelmemişti. On yedi sene evvel kaybetmişti kocasını. Ne çocukları vardı ne akrabaları ne de bir kap yemek yapacak dostları. Bütün hayatını sefalet esir almıştı kadının. Bir göz odası olan yıkık dökük bir gecekonduda bazen ısınmak için beş kat giyinip uyuyan yaşlı kadının halinden önünden geçen kimse haberdar değildi. Montu olmadığını bile bir iki kişi ancak fark ediyordu. Kaç yılı kalmış bilmiyordu kadın. Belki on sene daha gelecekti buraya belki de yarın uyanamayacaktı uykusundan.

İlerleyecekti akrep yelkovanın eşliğinde. Kaldırımdaki yaşlı kadın toparlayacaktı eşyalarına ve evine doğru yürümeye başlayacaktı. Bu gece de gecekondusunda bayat ekmeğini yiyecek bir kap çorbasını içecek her gece olduğu gibi bunlar için yine şükredecekti.

Eşi tarafından terk edilen adam atlayacaktı arabaya. Gördüğü ilk meyhaneye, ilk bara girecekti. Unutacaktı kendini ve kalan her şeyi. Terk edildiğini bile hatırlamayacaktı belki de. Sevmediği eşini, hayallerinde inşa ettiğini kadını... Birkaç gün içinde kapısına gelecek boşanma kâğıtlarından bir haber içecekti.

Restorana giden kadın saçı başı dağılmış halde taksi koltuğunda olacaktı. Aldanmış ve aldatılmış bir halde. Üstüne üstlük kendini hiç bu kadar aşağılanmış da hissetmemiş olacaktı muhtemelen. Ağlamaktan makyajı akacaktı. Bu seferki taksi şoförü belki de daha ahlaklı bir adam çıkacak ve kızın o halinden faydalanmayacaktı. Kız susmayacak ağlayacaktı belki eve gidene kadar belki de bütün gece.  

Caddedeki genç bulup bir taksi gidecekti evine. Gitmek istemediği, ait olmadığı evine doğru giderken muhtemelen yine yabancılaşacaktı kendine. Hayallerine, düşüncelerini gömdü yüreğine… Yine ezilecekti ailesi karşısında her gece olduğu gibi. Bu gece de uyku girmeyecekti yorgun gözlerine.

İşten çıkmış kadın varmış olacaktı çoktan evine. Yine uyuyakalacaktı televizyon önünde. Her gece olduğu gibi hayatından kaçmak, boşanmışlığın yaşattığı yalnızlıktan kaçmak için uğraşacaktı. Her gece olduğu gibi gözü yine boş yüzük parmağına takılacaktı. Belki bugün de uyku hapı alacaktı ve yine aylardır bozmadığı yatağına dokunmadan koltukta televizyon açık uyuyakalacaktı.

O akşam kim bilir kaç kişi daha geçti o yollardan. Bazıları hiç bilmeden başkalarının hayatında bıraktı izini. Bazen omzuna çarparak bazen sadece bir mendil alarak bazen de sadece aynı yerde bulunarak. Kim nasıl bilinmez ama birileri bıraktı izini insanlarda. Geçen herkes de kaldırım taşlarında.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Oysa

Zamansız

Kusur